Merhaba;
Marketing Türkiye'de yayınlanan Okan Bayülgen'nin röpartajını sizlerle paylaşmak istedik.
Sevgiler,
Gençlik kanalı projesini hayata geçirmediği için TV8 ile yollarını ayıran Okan Bayülgen, artık Show TV ekranlarında… 49 yaşını devirmesine rağmen enerjisiyle dikkat çeken şovmenle canlı yayın öncesi bir araya geldik. Hem kanal değiştirme sürecini hem yayıncılık sektörünü hem de reklam sektörüne bakışını konuştuk. Reklamveren ve medya planlamacıların yeni dönemi anlamak için rahatını bozmadığını söyleyen Bayülgen, reklamcıları ise “Şu sıralar bizi öpmüyor, direkt olaya giriyorlar” diyerek eleştiriyor. Acun Ilıcalı’nın TV8’i almak için yaptığı görüşmeleri ise “Adamın yaptığı işleri hiç sevmesem de televizyondan para kazanan birinin yatırımını televizyona yapması çok saygı duyulacak bir şey. Çok doğru davranıyor” diyor...
TV8’den Show TV’ye geçisiniz nasıl gerçekleşti? En son TV8’e geçtiğinizde sizinle röportaj yaptığımızda uzun süre orada kalacağınız hissine kapılmıştık…
Ben sözleşmeyle çalışmıyorum. Ne ATV ne de Kanal D’de sözleşme yapmadım. TV8’e geçerken de basit bir protokol yapmıştık. Daha çok bir esnaf terbiyesiyle çalışıyorum diyebilirim. Hiçbir zaman beni bir yerde kalmaya ya da gitmeye mahkeme korkusu ikna etmedi. TV8’e iki sezon sözüm vardı, iki sezon da durdum zaten. İkinci sezonu daha çok hayata geçirmeye çalıştığımız kültür sanat ve gençlik kanalının hazırlıklarıyla sürdürdük. Anlaşmazlığımız da zaten bu yeni kanalı yapamamaktan kaynaklanıyor. Çünkü başlangıç hedeflerimizden biriydi bu kanalı açmak. Birçok medya gurubu alternatif yayıncılık arayışı içinde. Çünkü herkesin birbirinin benzeri işler yapması astarın yüzünden pahalıya mal olmasına sebep oluyor. Artık medya patronları da bunun farkında. Bugün en çok reyting alan üç diziyi kendi kanalınıza aldığınızda televizyonculuk yapmış oluyorsunuz? Böyle televizyonculuk olmaz. Yayıncılığı unutmuş durumdayız. Yayıncılık dışarıdan film satın almakla yapılabilecek bir şey değil. Tabii ki bu tip işler TV’nin lokomotifi. Örneğin benim gibi adamlar hiçbir zaman televizyonun para kazandırdığı adamlar olamaz. Biz prime-time programları yayınladıktan sonra çıkıp televizyonla halk arasındaki ilişkiyi kuran sözcüleriz. Yani televizyonların kişiliğini ifade eden yüzleriz. Bu anlamda sık sık kanal değiştirmemiz de doğru değil. Show TV’ye gelirken de burada uzun yıllar çalışmaya kararlı olarak geldim. Bir kanalda çalışıyor olmak demek orada bir kan uyuşmasını da zorunlu kılar.
Show TV’ye geçerken Kenan Tekdağ’la mı sürdü görüşmeler?
Ben aynı anda hem Habertürk’ten Fatih Saraç, Kenan Tekdağ, Semih Kaya hem de sevgili ağabeyim Fatih Altaylı’yla görüştüm. Zaten benim ne tür işler yaptığımı hepsi biliyor. Uzun süre çalışacağımız söylemi de onların açıklamalarıdır. Televizyonda PT1 ve PT2’den para kazanırsınız ancak PT3’ten para kazanamazsınız. Amerika’da da durum aynı. Ancak mesela David Letterman, Jay Leno gibi isimler yıllardır ekranda ve bulundukları kanalı temsil eden yüzler haline gelmişlerdir. Diziler, yarışmalar gelir gider ama onlar hep yayındadır ve kanalın rengini yansıtırlar.
Sizin gibi isimlerin kanalların kimliği olduğunu söylüyorsunuz. Siz Show TV’ye nasıl bir kimlik vaat ediyorsunuz?
Bu Show TV’nin prensipleri içinde şekillenen, onların bende gördükleri ve benim onlarda gördüklerimle bütünleşen bir kimlik. Ben grup kanallarından Habertürk’e de programlar yapmayı önerdim. Onlar da “Hayır bu yüzü ikiye bölmeyelim Show’da devam edelim” dediler. Mesela daha önce TV8’de yaptığımız informatif programları Show TV’de yapmıyoruz. Daha eğlence odaklı güncel programlar yapıyoruz ki adından da anlaşılacağı gibi bu kanal bir eğlence kanalı. Kuruluşunda zaten vizyonu belirlenmiş. Ne yapmak istediğini bilen bir kanal. Ancak şu bir gerçek ki Ciner Grubu kanalı almadan önce Show TV hazmede hazmede izleyici kaybetti. Program tekrarlarıyla geçen uzun bir süreç var. İzleyicinizi böyle hazmede hazmede kaybettiğinizde onları tekrar geri kazanmak da kolay olmuyor. Ancak tüm programlardaki yükseliş bize büyük umut veriyor. Adım adım hazmede hazmede yükselecek yine.
Sizi hep yayıncıları eleştirirken görüyoruz. Peki, sizin yayıncılık anlayışınız nasıl? Çok reyting alan program yayınlamak kötü bir şey mi?
Başta şunu söyleyeyim: Bir kültür sanat ve gençlik kanalı reklamcıların ihtiyacı olan bir mecra. Ama ne reklamcı ne medya planlama şirketleri ne de bu alana yatırım yapacak yatırımcılar buna hazır değil. Türkiye’de medyadan para kazanmak amacıyla bu alana giren bir yatırımcı yok. Büyük guruplar bir diğer iş olarak, kamuoyu oluşturmak için bu alana giriyor. Sadece yayıncı olan bir medya patronu yok gibi.
Büyük medya kuruluşlarını yaylım ateşine tutuyorsunuz ama yine aynı medya kanallarında çalışmaya devem ediyorsunuz. Bu tezat bir durum değil mi?
Her şeyden önce benim o eleştirileri insanlara duyurmam için bu medyaya ihtiyacım var. Benim için “Vay seni kofti anarşist, biryandan sistemi eleştiriyorsun diğer yandan sistemden yararlanıyorsun” diyorlar. Bende buna karşı “Urla’da bir bostan alıp oraya gidiyorum” diyebilirim. Ama asıl bunu yaparsam sistemin bir parçası olurum. Asıl o zaman sistem beni kullanmış, bezdirmiş ve tükürmüş olur. Bu kadar domates yetiştiren adam varken benimde domates yetiştirmem kime fayda sağlar. Eğer sistemle ilgili bir sorununuz varsa ve bir şeyleri düzetmek istiyorsanız bizzat sistemin içinde olmanız ve onun olanaklarını kullanmanız gerekiyor. Ernesto Che Guevara da Bolivya’da bizzat sistemin içindeydi. Herkes sistemin içinde. Ormana gitmen bir şeyi değirmez. Ben eğlence sektörünün içindeyim. Bugüne kadar gençlerle olan iletişimim sayesinde iyi ilişkiler götürdüm. Yaşım 49’a vardığı halde 15-20’li yaşlardaki gençlerle gayet rahat iletişim kuruyorum.
Sizin yaşınızda bunu başarabilen çok isim yok. Siz nasıl yapıyorsunuz?
Bu özel bir yetenek değil. Çünkü adamla konuşuyorum, onlarla çalışıyorum. Yaşlı hayallerim, yaşlı dertlerim yok. Bi tarafım ağrımıyor, beraber çalıştığım gençlere taş çıkaracak bir enerjim var. Onlardan çok daha fazla üretimim var. Onlar Twitter, Facebook karşısında uyuşurken ben yola devam ediyorum. Benden önceki nesil de TV izlemediği için benden çok daha fazla kitap okudu. Ben o zamanlar televizyona bakıyordum. Ama benim de birtakım bilgileri yanlıca Google search verisi olarak muhafaza eden adamlara göre yazar, müzisyen ya da kanaat önderleri hakkında derinlemesine bilgim var.
Gençlik kanalı projesi yattı mı, yoksa yeniden onun için bir şeyler yapacak mısınız?
Hayır yatmadı. Kolektif bir iş yapıyoruz, dolayısıyla yatırımcısı ve uygun ortam olduğunda tabii ki hayata geçireceğiz o fikri.
Şimdilerde Acun Ilıcalı’nın TV8’i alacağı konuşuluyor. Sanırım bir içerik üreticisi ilk defa böyle büyük bir kanalı almaya hazırlanıyor. Bu içerikçilerin, yapımcıların medyada daha güçlü olacağı bir dönemin işareti olabilir mi?
Hem evet, hem hayır! Acun’un girişimi çok değerli. Adamın yaptığı işleri hiç sevmesem de televizyondan para kazanan birinin yatırımını yine televizyona yapması çok saygı duyulacak bir şey. Çok doğru davranıyor. İçerikçilerin kanal sahibi olması gittikçe daha kolay hale gelecek. Bir yapımcının kanal sahibi olması dünyanın her tarafı için majör bir örnek. Ama tek tek baktığımızda zaten hepsinin kendi kanaları var. Hatta benim YouTube’da kanalı olmayan arkadaşım yok. Akıllıca bir şey bulduğunuzda D-Smart ya da Digiturk’te size bir kanal verebilirler. Bugün artık bir TV kanalı ya da radyo frekansı almak da çok kolay. Eskisi gibi değil.
Sizin kendi kanalınızı kurup medya patronu olmak gibi bir hayaliniz var mı?
Hayır, çünkü o zaman işin içine ticari kurallar giriyor ve tacire dönüşüyorsunuz. Benim öyle bir yapım yok. Ben kârlı işlerin yanında hiç kazanç getirmeyen bir çok iş yapıyorum. Fotoğraf sergisi açıyorum, kitap seslendirmesi yapıyorum. Çünkü bu işlerin de hakkıyla yapılması gerektiğini düşünüyorum. Televizyonda da bu böyle.
Kanal D’deki reytingleri TV8’de ya da Show TV’de alabildiniz mi?
Hayır, ikisinde de almadık çünkü bu kanalın genel reytingleriyle de alakalı. Tüm programlar bir seviyenin üstüne çıkacak ki o devamlılık size de yansısın. Ama tabi şu anda kanalın genel izlenme oranlarına ciddi katkım var. Ama daha bir ay kadar oldu. Daha izleyiciye programlarımızı tanıtma aşamasındayız. Bir adamı nereye koyarsanız izlenir diye bir şey yok. öyle olsaydı kanalların bilinirliğinin bir değeri kalmazdı.
Televizyon sektörünü nasıl bir gelecek bekliyor?
Geleceğe ve geçmişe dair öğrenmek istediğiniz ne varsa hepsi internette var. Ve sosyal medyada o çok takipçisi olan isimler, insanları bu bilgi deryasında yönlendiriyor. Televizyonda da bu işi yapacak, insanlara ihtiyaç olacak. Öte yandan şöyle bir durum var: reklam rezervasyonu yapan kurumların çalışanları akşam altıda evlerine gidiyor. Çünkü onlar da gelişen alternatif medya olanaklarına karşı direniyor. Çok izlenen bir dizinin içine reklam vermek basit bir iş. Ama binlerce siteyi tarayıp, onlara reklam vermek zorunda kalsaydı eve gidemezdi. En tepede oturan patronun durumdan haberi yok zaten. Onun altındakiler ise hep aynı adamlardır ve akşamları evlerine giderler. Daha büyük bir ev, daha iyi bir araba ya da çocuklarını koleje göndermek gibi dertleri var. Onların dünyaları çok büyük değil. Orda bir parlak fikrin doğmasına imkan yok. Çok korkak bir dünya, yanlış yapmamaya çalışmak üzerine kurlu bir dünya var orada. Hangi parlak fikirden bahsedeceğiz burada. Bugün ne reklamın üretiminde ne de yayınında parlak bir fikir yok. Bu işler çok daha gelişmiş ülkelerde olur.
Reklam sektörünü yaratıcı bulmuyor musunuz?
Biraz dikkatli konuşayım çünkü “İz Bırakanlar” yarışmasına Türkiye’de reklamcılık sektörünü yaratanlarla birlikte ödül aldım. Ama şunu söyleyebilirim, zaten insanlar kendilerine bir şeyler satılmasının önünde duracak durumda değil bugün. Zaten binbir bahaneyle tüketmek için yırtınıyoruz, geberiyoruz, ölüyoruz. Ama reklamcılar da bari tecavüz ederken öpseler biraz! Biraz da sevseler, eğlendirseler. Reklamcılığın bunu güzel yapması lazım. Masaüstü işerle olmaz bu işler. Reklamcılar şu sıralar bizi öpmüyor. Direkt olaya giriyor.
Biraz da gündemden konuşalım… Şimdilerde Başbakan Erdoğan’ın kız ve erkek öğrencilerin aynı evde yaşamasına ilişkin söyledikleri gündemde…
Ben hep büyük fotoğrafı görmekten yanayım. Gezi’de de ilk birkaç günden sonra büyük fotoğrafa bakalım diye bağırdım. Şimdi de bunu konuşmamızı istiyorlar. Kimseyi kendimizden daha az zeki sanmayalım. Bir yerlerden sağlaması yapılır tartışılır sonra da ikna oluruz. Bu konuda bağırıp çağıra bilirim ama bunun bir faydası yok.
Bu konuda konuşmaktan mı korkuyorsunuz yoksa?
Hayır ama korka da bilirim. Bu da tuhaf bir durum olmaz. Şu saatten sonra ne yapacaklar bana. Büyük fotoğraf 70’lerde 80’lerde gençliği birbirine kırdıran fotoğraftır. Bu fotoğrafta siyaseten rahat edebilmiş insanlar görmüyorum. Bu topraklarda hiç de olmadı. Buradan çok fazla planın parmağı var.